İş Kazalarında Tazminat Borcunun Muaccel Hale Gelmesi
İş kazası, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 3/1-g maddesi uyarınca, “İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hale getiren olay.” şeklinde tanımlanmıştır.
I. İş kazası nedeniyle zarar gören işçi, işverenden maddi ve manevi tazminat isteminde bulunabilmektedir.
a. Maddi Tazminat:
aa. İşçinin iş kazası nedeniyle bedensel zarara uğraması halinde, aşağıdaki zarar kalemlerini işverenden maddi tazminat olarak talep edebilir;
- Tedavi giderleri,
- Geçici olarak çalışmadığı döneme ilişkin kazanç kaybı,
- İş kazası nedeniyle sürekli iş göremezliğin ortaya çıkması halinde bundan doğan kayıplar,
- Ekonomik geleceğinin sarsılmasından doğan kayıpları
bb. İşçinin iş kazası nedeniyle ölmesi halinde ise, aşağıda yer alan zarar kalemleri yakınları tarafından işverenden maddi tazminat olarak talep edilebilir;
- Cenaze giderleri,
- Ölüm hemen gerçekleşmemişse uygulanan tedavi giderleri ve çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıpları,
- Ölenin desteğinden yoksun kalanların uğradığı zararlar.
b. Manevi Tazminat:
İş kazası nedeniyle beden bütünlüğü zedelenen işçi, duyduğu acı, elem, üzüntü nedeniyle uğramış olduğu manevi zararın tazminini talep edebilmektedir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56/1 hükmü uyarınca, “Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
İş kazası geçiren işçinin manevi tazminat talep edebilmesi için kaza nedeniyle mutlaka malul kalmış olması zorunluluğu bulunmamaktadır. İş kazası geçiren ancak malul kalmamış olan işçinin de manevi zararının varlığından söz edilebilir.
Keza, ağır bedensel zarar veya ölüm halinde de zarar görenin veya ölenin yakınlarının da manevi tazminat talep edebileceği 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer almıştır. 6098 sayılı Kanunu’nun 56/2 maddesi uyarınca, “Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.” denilmiştir.
Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin 2018/4161 Esas, 2019/5878 Karar sayılı ve 08.10.2019 tarihli kararına göre;
“…Öyleyse, bir kişinin cismani zarara uğraması sonucunda, onun (ana, baba, karı, koca ve çocuklar gibi) çok yakınlarından birinin de aynı eylem nedeniyle ruhsal ve sinirsel sağlık bütünlüğünün ağır şekilde bozulmuşsa, onların da manevi tazminat isteyebilecekleri kabul edilmelidir. Nitekim, kaza sonucu ağır yaralanan ve iki kez ameliyata rağmen iyileşmeyen çocuklarının durumu sebebiyle ruhsal bütünlüğü bozulan anne ve babanın (H.G.K. 26.04.1995 gün ve 1995/11-122, 1995/430) ve haksız eylem sonucu ağır yaralanan ve iktidarsız kalan kocanın karısının manevi tazminat isteyebileceklerine (H.G.K. 23.09.1987 gün ve 1987/9-183 1987/655) ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları aynı esaslara dayanmaktadır. Bu doğrultuda kaza tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 56. maddesimde özetle "ağır bedensel zarar ya da ölüm halinde zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar para ödenmesine karar verilebilineceği" hükmü getirilmiştir. Bu yeni düzenlenme ile 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun yürürlük zamanında içtihatlarla düzenlenen husus yasa koyucu tarafından açıklığa kavuşturulmuş ve yaralanan sigortalının yakınlarının manevi tazminat davası bakımından hak sahipliği durumu ön şartı olarak "ağır bedensel" zarar koşulunu getirmiştir.
…Bu açıklamalar doğrultusunda somut olayda, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, yukarıda açıklanan ilkeler ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları ışığında, olayın özelliğine, yaralanmanın niteliğine, meslekte kazanma gücündeki kayıp oranına ve özellikle sigortalının yaralanmasının ağır bedensel zarar oluşturmasına göre davacı anne ve baba lehine hakkaniyete uygun bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, bu davacıların manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmesi de hatalı olmuştur.”
hükmü verilmiştir.
II. İşbu makalemizin asıl konusu olan “iş kazalarında tazminat borcunun muaccel hale gelmesi, temerrüt ve faize” ilişkin emsal kararlar doğrultusunda bilgi vermeye geçebiliriz.
a. İş kazaları haksız fiil niteliğinde olup bundan kaynaklı doğacak tazminat borcu da olay tarihinden itibaren muaccel hale gelir ve ödenmemesi halinde yine olay tarihinden itibaren temerrüt söz konusu olur.
Keza, bu husus 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 117/2 maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddede, “Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.” şeklinde hüküm kurulmuştur.
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 2014/21038 Esas, 2014/21387 Karar sayılı ve 27.10.2014 ve tarihli kararı uyarınca;
“İİK'nun 257/1 maddesinde rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcu nedeniyle ihtiyati haciz istenebileceği açıklanmış iken, 2. bentte vadesi gelmemiş borçtan dolayı hangi hallerde ihtiyati haciz istenebileceği açıklanmıştır. Somut olayda haksız bir fiile dayalı olarak bir zararın meydana geldiği açıktır. Sadece olayın iş kazası olup olmadığı failin kim olduğu ve kusur durumu çekişmelidir. Haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında tazmin yükümlülüğü olay tarihi itibariyle muaccel hale gelir. Bu durumda geçici hukuki koruma yollarından biri olan ihtiyati hacizde yakın ispat koşulu gerçekleşmiş olup ihtiyati haciz talebinin incelenmesi gerekirken, yerel mahkemece, davacının isteği ile ilgili niteleme ve hukuki tavsifte yanılgıya düşülerek ihtiyati tedbir koşullarının tartışılması ve ihtiyati haciz talebiyle ilgili olarak olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken; ihtiyati tedbir talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup doğru görülmemiştir.”
hükmü verilmiştir.
Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin 2014/21674 Esas, 2014/27936 Karar sayılı ve 22.12.2014 tarihli kararına göre;
“…İş kazasının Borçlar Hukuku yönünden bir haksız fiil olduğu, zararın ve dolayısıyla tazminat alacağının olay anında ortaya çıktığı, haksız fiillerde temerrütün olay tarihinde gerçekleştiği gözetilerek hüküm altına alınan tazminata zararlandırıcı olayın (iş kazasının) gerçekleştiği tarihten itibaren yasal faiz yürütülmesi gerekir. “
hükmüne yer verilmiştir.
b. İş kazalarından kaynaklı tazminat davalarında, tazminat alacaklarına temerrüt tarihi olarak belirtilen kaza tarihinden itibaren yasal faiz uygulanacaktır.
Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 2004/11100 Esas, 2005/5503 Karar sayılı ve 23.05.2005 tarihli kararına göre;
“Dava rücuen tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ve karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davalıların sorumlulukları haksız eylemden kaynaklanmaktadır. Davacı dava dilekçesinde, davalıların haksız eylemleri sonrası zarar görene ödeme yaptığını belirterek, bu tarihten itibaren faize hükmedilmesini istemiştir.
Haksız eylemlerde zarar, bu eylemin gerçekleştirdiği anda meydana geldiğinden ayrı bir ihtara gerek olmadan bu tarihten itibaren faiz istenebilir. Davacının istemi ve yukarıda anılan ilke gözetildiğinde hükmedilen tazminata ödeme tarihinden itibaren faize de hükmetmek gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi doğru değildir. Ancak, yanılgının giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden HUMK. m. 438 uyarınca karar düzeltilerek onanmalıdır.”
hükmü verilmiştir.
Yukarıda vermiş olduğumuz bilgilerin yanında bu hususu işverenin mali sorumluluk sigortası kapsamında da incelememiz gerekmektedir.
İşveren Sorumluluk Sigortası Genel Şartları’nın 1. maddesi uyarınca “Bu poliçe, işyerinde meydana gelebilecek iş kazaları sonucunda işverene terettüp edecek hukuki sorumluluk nedeniyle işverene bir hizmet akdi ile bağlı ve Sosyal Sigortalar Kanununa tabi işçiler veya bunların hak sahipleri tarafından işverenden talep edilecek ve Sosyal Sigortalar Kurumu'nun sağladığı yardımların üstündeki ve dışındaki tazminat talepleri ile yine aynı Kurum tarafından işverene karşı iş kazalarından dolayı ikame edilecek rücu davaları sonunda ödenecek tazminat miktarlarını, poliçede yazılı meblağlara kadar temin eder.” denilerek sigorta teminatının kapsamı belirtilmiştir.
Haksız fiil işlendiği tarihte zarar görenin mal varlığında bir eksilmeye sebep olduğundan, tazmin borcu da aynı anda doğmaktadır. Bu nedenle, haksız fiillerde tazminat alacağına, haksız fiillin işlendiği tarihten itibaren temerrüt faizi uygulanır. Keza, haksız fiilin işlendiği tarihte tazminat alacağı doğar ve muaccel hale gelir. Tazminat borçlusu bakımından durum böyle olmakla birlikte, tazminatı ödemekle yükümlü sigorta şirketi bakımından, haksız fiilin gerçekleşmesi ile doğrudan temerrüt söz konusu olmaz. Sigorta şirketine ihbarda bulunulması ve ayrıca temerrüt ihtarında bulunulması gerekmektedir.
Buna göre, sigortacının sorumluluğu haksız fiile dayanmadığından, temerrüde düştüğü hallerde faizin başlangıç tarihi temerrüt tarihi olup, hak sahiplerinin sigortacıyı dava tarihinden önce temerrüde düşürdüğü kanıtlanamaz ise sigortacının faiz yükümlülüğü dava tarihinden itibaren başlayacaktır.
Keza, Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi’nin 7.Hukuk Dairesi’nin 2020/717 Esas, 2020/1040 Karar sayılı ve 10.11.2020 tarihli kararında da;
“Gerek mülga 818 sayılı BK.'nun 101. maddesi ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı TBK’nun 117. maddesinde; “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer. Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bugünün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
Sigortacının sorumluluğu haksız fiile dayanmadığı için, temerrüde düştüğü hallerde faizin başlangıç tarihi temerrüt tarihi olup, hak sahiplerinin sigortacıyı dava tarihinden önce temerrüde düşürdüğü kanıtlanamaz ise sigortacının faiz yükümlülüğü dava tarihinden itibaren başlar.
Hal böyle olunca, davacının dava tarihinden önce davalı sigorta şirketine kazayı ihbar edip etmediği ve hasar dosyası açılıp açılmadığı araştırılarak, tespiti halinde bu tarihten itibaren sigorta şirketinin temerrüde düştüğü kabul edilerek faiz işletilmeye başlanması; aksi halde ise davalı sigorta şirketi açısından faizin başlangıç tarihi dava tarihi olarak kabul edilerek, dava tarihinden itibaren işleyecek faiz ile birlikte sorumlu tutulması gerekirken, yazılı şekilde olay tarihinden itibaren işleyecek faiz ile sorumlu tutulması hatalı olmuştur.”
hükmü verilmiştir.